17 Eylül 2015 Perşembe

#İntermittent Fasting / #Paleo Beslenme / #Leangains, #Warrior


İlk insanların evrimleştiği çağda besinlere ulaşım o kadar kolay değildi ve buna bağlı olarak beslendikleri öğün aralıkları günümüz öğün aralıklarına göre daha uzun aralıklardaydı.
Besin içerikleri de yüksek glikoz ve işlenmiş besinler içermiyordu günümüz beslenmesine kıyaslarsak.

İnsan vücudunda ''insülin'' denilen bir hormon var ve bu hormon yanılmıyorsam kan damarı olmayan canlılarda da mevcut. 
Bu da bu hormonun besinleri hücreye taşımaktan ziyade depolama işiyle daha ilgili bir görevi olduğunu göstermekte.

Tüm bu bilgiler göz önüne alındığında bu dönem insanları depolarında biriken yağları enerji olarak kullanabilmekteydi ve beslenme ile aldıkları yağlardan da yağ asitlerini glikoza çevirip enerji ihtiyacını karşılayabilmekteydiler.
Bu şekilde açlığa karşı dirençliydiler, kan şekeri düşüklüğü yaşamıyorlardı, aç olarak günlük aktivitelerini gerçekleştirebiliyorlardı ve milyonlarca yıl bu sistem böyle işledi.

Sonuç olarak insan metabolizması evrimleşirken ''geleni harcayarak değil, depodaki harcadıklarını doldurarak işledi, tasarlandı.''.
Günümüzde bu şekilde beslenmenin insan zihninden tutunda bir çok kronik hastalığa ve spor performansına, büyüme ve gelişmeye olumlu katkıları hem bilim adamları tarafından hem uygulayıcıları tarafından belirtilmektedir.

Günümüzde bebeklikten beri sık sık ve yüksek karbonhidratlı beslenen insan evladı kuşkusuz bu sistemi uygularken birkaç gün hatta hafta zorluk çekecektir çünkü insan vücudu için yağlar oldukça önemli ve metabolizma her zaman yaşamını sürdürebilmek için enerji ihtiyacını karşılayabilmeyi garanti altına almak ister ayrıca işlenmiş besinlerle bozulan ''glikoz-insülin dengesi'' depoların bir müddet kullanılabilme süresini etkileyecektir.

Bu yüzden öncelikle ''unlu-şekerli'' gıdaların ve işlenmiş ''leş gıdaların'' tüketimi sınırlandırılmalıdır.
Daha sonra sabah kahvaltı süresi uzatılmalı ve ilerleyen zamanda ilk öğün olarak öğle yemeği ve araya konulan 6-7 saatlik ara ile akşam yemeği ile beslenme işi bitirilmeli.


#Hawx#

19 Ağustos 2015 Çarşamba

KAHVALTI: ALTIN ÖĞÜN DEĞİLMİŞ MEĞER!


KAHVALTI: ALTIN ÖĞÜN DEĞİLMİŞ MEĞER!
Yazan: Serkan O. Yimsel
UCLA Fitness Instructor
CHEK Exercise Coach, NASM, NSCA, ACE Certified
Zamanında yazmıştık, kahvaltı atlamanın faydaları diye. Profesör doktor john Berardi’nin imzasını da altına koymuştuk. Ancak insanlar bunca yıldır bildiklerinin yanlış olduğunu kolay kolay hazmedemiyorlar maalesef. Benimse uzmanlık hayatım boyunca öğrencilerime sürekli söylediğim şöyle bir söz vardır: “Size içinde bulunduğumuz şu ana kadar öğrendiğim en son bilgiyi vermekle mükellefim. Ancak bilim ilerledikçe ve yeni bilgiler geldikçe bir önceki bilgiyi yenisiyle değiştirme hakkına da sahibim!”
Kilo kahvaltı ile kaybedilmiyor! Hâlbuki çok uzun bir süredir fitness eğitmenleri, diyetisyenler, beslenme uzmanları, yaşam koçları kilo vermek isteyen üyelerine sürekli papağan gibi “kahvaltı etmeniz gerek” deyip duruyorlar. Bu bilginin nereden geldiğini birçokları da bilmiyorlar. 100 sene öncesine kadar kahvaltı edilmiyordu, ya sadece akşam, ya da bir kuşluk ve bir akşam öğünü ile idare ediliyordu (1). Afrikalı Masai’ler, Paraguaylı Ache’ler, Aborjinler ve daha niceleri sabah avlarına kahvaltı etmeden çıkıyorlar ve kendilerini izlemeye gelen 100 metre rekortmenleri beyaz adamlara nal toplatıyorlar. Bütün bunlara rağmen halen ısrarla kahvaltının kilo vermedeki önemini savunanlara iki araştırmadan bahsedeceğim:
2014 American Society for Nutrition
The effectiveness of breakfast recommendations on weight loss: a randomized controlled trial1,2,3
Emily J Dhurandhar, John Dawson, Amy Alcorn, Lesli H Larsen, Elizabeth A Thomas, Michelle Cardel, Ashley C Bourland, Arne Astrup, Marie-Pierre St-Onge, James O Hill, Caroline M Apovian, James M Shikany, and David B Allison
300 kişinin üzerinde şişman ve obez katılımcının incelendiği bu araştırma 16 hafta sürmüştür (2). İki guruba ayrılan katılımcıların yarısı kahvaltıyı atlamış, diğer yarısı ise muhakkak kahvaltı etmiştir. İnceleme sona erdiğinde her iki gurupta da kaybedilen kilo aynı olmuştur. Araştırmacılar, sonuçta kahvaltı etmenin kilo vermede bir avantaj sağlamadığını açık ve net olarak belirtmişlerdir.
AJCN. First published ahead of print June 5, 2014 as doi: 10.3945/ajcn.114.083402.
The causal role of breakfast in energy balance and health: a randomized controlled trial in lean adults1–4
James A Betts, Judith D Richardson, Enhad A Chowdhury, Geoffrey D Holman, Kostas Tsintzas, and Dylan Thompson
Yukarıdaki araştırma ise kahvaltı etme ya da atlamanın metabolik etkilerini araştırmıştır (3). Bu araştırmaya kadar olan inanış, kahvaltının metabolizmayı iyileştirdiği ve sabah aç kalma yüzünden günün ilerleyen saatlerinde daha fazla kalori alımı ihtimali olduğu yönünde idi. Ancak sonuçlar bunun aksini gösterdi: iki gurup arasında dinlenik metabolizma değişmediği gibi, iştah kahvaltı eden gurupta daha fazla idi.
Kahvaltı atlamanın ve fasılalı (intermitan) oruçların bilinen birçok faydası var. Bunlar (1,4):
1. İnsülin ve leptin direncini kontrol etmek
2. Mitokondri enerji etkinliğini iyileştirmek
3. Açlık hormonu olarak da bilinen ghrelin seviyesini düzenlemek
4. HGH-Human Growth Hormonunun üretimini attırmak
5. Trigliserit seviyesini düşürmek
6. Oksidatif stresi azaltmak
Bu yazımdan kahvaltının öcü olduğu ve kesinlikle kahvaltı edilmemesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı. Ancak günün herhangi bir öğününe gereksiz popülerlik vermenin de bir anlamı olmadığını sanırım okuyanlar anlamıştır. Kahvaltı da tıpkı günün diğer öğünleri gibi benzer değerdedir, kilo vermede mucizevî bir öğün değildir. İyileri de olduğu gibi, kötüleri de mevcuttur. Sırf kahvaltı etmiş olmak için ağza ambalajlı ürünler atmanın bir âlemi olmayacaktır. Kahvaltıyı göklere çıkaran araştırmaların çoğunun sponsorlarının kahvaltı gevrekleri, müsliler ve pastörize süt firmaları olduğu unutulmamalıdır. Geleneksel kahvaltılarımızı, (ekşi hamurdan ekmek, yumurta, tereyağı, zeytin ve roka salatası gibi) her zaman bu tür kahvaltılara tercih ediniz. Eğer buna üşendiğiniz ya da zamanınız olmadığı durumlarda da kahvaltıyı atlayınız, şekerli çay ve simitle ya da sütlü müsli ile açlıktan daha iyi yapmış olmayacaksınız çünkü..
REFERANSLAR:

KOLESTEROL YALANINA BİR KANIT DAHA!

KOLESTEROL YALANINA BİR KANIT DAHA!
88 Yaşında ve günde 25-30 yumurta yiyen bir adamın plazma kolesterolü ve damar sağlığı tamamen normal değerler göstermiştir.
Araştırmacılar bir yaşlılar yurdunda kalan ve tamamen psikolojik sebeplerle kendini bu yumurta diyetine adayan adamı incelerken, sağlıklı bir deney yürütebilmek için bir yandan da 11 katılımcıdan oluşan bir başka araştırma ile sonucun sağlamasını almışlardır.
Görünen o ki sağlıklı diye bize söylenen limitlerin çok çok üzerine, günde neredeyse 5000 mg kolesterol almasına rağmen yaşlı adam bunun sadece %18'ini, yani 900 mg kolesterolü özümleyebilmektedir.
Araştırmacılar kolesterol sentezinin kompleks bir işlem olduğunu, şimdiye kadar yapılan araştırmalarda abzorpsiyonun %35-%85 gibi geniş bir oranda değişebileceğini, diyette alınan oran arttıkça organizmanın emilimi kendiliğinden düşürebildiğini, bunu da kolesterolü safra asitlerine dönüştürerek yaptığını anlatmaktadırlar.
 Bu durumda hala insanların ne kadar kolesterol yemesi gerektiğine dair limitler koymak, yumurtalardan sürekli sarıları çıkartmak acaba ne kadar doğrudur??
REFERANS:http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJM199103283241306#.VGpsWquEiKI.twitter
Not:Serkan Yimsel 'den alıntıdır...

Öğün Sıklığının Kas ve Yağ Üzerine Etkisi


2-3 Büyük öğünle mi daha çok kas geliştirip yağ kaybedeceğiz, yoksa 4-6 küçük öğünle mi?
Henüz yayımlanan (Ocak 14 2015) bir araştırma bu soruya yanıt verdi.
Bu aslında tek bir çalışma değildi.
Tam 15 farklı araştırmayı gözden geçiren bir "meta analiz" idi!.
Analiz sonrasında uzmanlar, sık ve az yemenin (5 öğün/gün ve daha fazlası) kilo kaybı ya da kas kitlesi artışına yardım ettiği iddiasının sadece 2 haftalık tek bir araştırmadan yola çıkılarak yapıldığını fark ettiler. 
Üstelik bu tek araştırma ile ilgili iki ana problem vardı:
 1) Protein miktarı çok düşüktü (60 gr/gün), dolayısıyla kaybın çoğu kastan oldu 
 2) Öğünler genellikle sıvı öğünlerdi, o yüzden katı gıdalara göre çok daha hızlı absorbe ediliyordu.
Bu tek araştırma analizden çıkartıldığında, öğün sıklığının yağ kaybı ya da kas kazanımına etkisi kalmıyordu.
Yazarlardan direkt alıntı yapılırsa: "Öğün sıklığının vücut kompozisyonu ile olan pozitif ilişkisi, sadece tek bir araştırma tarafından desteklendiğinden doğruluğu şüphe içeren bir iddiadır.
Konu vücut kompozisyonunu iyileştirmek olduğunda kişiye verilecek beslenme önerileri içerisinde gündeki öğün sayısı tamamen KİŞİSEL TERCİHE bırakılmalıdır!" 
Değerli diyetisyenler, bilmem anlatabildim mi? 

KAYNAK:http://nutritionreviews.oxfordjournals.org/content/73/2/69 
Not:Serkan Yimsel 'den alıntıdır...

Beslenme Konusunda Pratik Bir Bilgi


Beslenme konusunda pratik bir bilgi: 
Miktar hesabı ile yapılan diyet önerilerine pek inanmam.
 Ancak beslenmenin bir şekilde izlenebilmesi şart ve bu konuda en önemli detay günlük protein alımıdır. 
Gerek kas kitlesi kazanabilmek, gerekse yağ oranını azaltmak için bireyin yağsız ağırlığı başına en az 1 gr protein alması gerekiyor. 
Yağ oranınızı bulun (mümkünse deri altı kaliper ölçüm yöntemi kullanın) ve yağ kilonuzu hesaplayıp baskül ağırlığınızdan çıkartın. 
Günde en az bu kadar gram protein almanız gerekiyor.
(Örnek: 85 kg gelen ve yağ oranı %15 olan bir erkeğin vücudunda yaklaşık 13 kg yağ kitlesi vardır. Net yağsız kitlesi ise 72 kilogramdır, dolayısıyla 70-75 gr/gün protein almalıdır.)
Bu esnada kendim adıma yaşadığım bir kolaylığı paylaşmalıyım, günlük öğün sayısı az olduğunda (genellikle günde iki ana öğün yiyen birisiyim) bu hesabı yakalamak çok daha kolay oluyor.
Öyle ki hatırlamam gereken sadece iki öğün olduğundan toplam o gün kaç gr protein yediğimi hemen hesap ediyorum.
Örneğin o günkü ilk öğünden 30 gr, ikinciden 25 gr yediysem toplamda 55 gr protein yediğimi fark ediyorum. 
Günlük açığım yaklaşık 20 gr kaldığını hesap edince de gün sonunda protein oranı yüksek ama kalorisi ve karbonhidratı düşük atıştırmalıklarla (leblebi, kabak çekirdeği, kefir ya da lor peyniri vb) hedefi tutturmak kolay oluyor
Not:Serkan Yimsel 'den alıntıdır...

Yağ Yakımı /Öğün Sayısı /Protein /Kalori Dengesi



Öğün sıklığı ile, besin termik etkisi ya da metabolizma hızı arasında pozitif ilişki bulmaya çalışan araştırmalar, tek tek başarısızlıkla sonuçlanıyor. 
NSCA kurumunun yaptığı inceleme sonunda yağ oranı düşürme söz konusu olunca bireyler ister günde 1 öğün yesin, ister 6 öğün yesinler arada bir fark bulunamıyor.
 Hatta bazı araştırmalarda (1,2) yeme sıklığı azaldıkça, sanılanın tersine besin termik etkisinin (TEF) arttığı bulunuyor.
 Yağ vermek amaçlandığında uzmanlar sadece iki konunun kesinliğinde birleşiyorlar: 
1. Toplam giren kalori, harcanandan az olmalı
 2. Özellikle negatif kalori dengesi oluşturulduğunda (yani az kalori alındığında) diyetteki protein oranının yükselmesi gerekiyor. (Veganlar dikkat!)
 Bunun dışında günde kaç öğün yenileceğinin tamamen kişilerin tercih ve yaşam biçimlerine bırakılması gerektiğini vurguluyorlar..
Kaynakça: 

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Sağlıklı Olmanın Sırrı Uzun Süre Açlıkta Mı?



Son senelerde Batı tıbbının üzerinde çok araştırma yapılan konularından biri de onların tabiri ile “intermittent fasting”.
Bunu dilimize “aralıklı oruç” diye çevirenler varsa da “aralıklı açlık” demek daha doğrudur.
Çünkü oruç sadece belirli bir süre aç ve susuz kalmak değildir; Allah’ın sağlıkları yerinde olan kullarından yerine getirmelerini farz kıldığı bir ibadettir.
Aralıklı açlık ömrü uzatıyor
Kalori kısıtlamasının bazı hayvanların ömrünü yüzde 50 oranında uzattığı zaten uzun zamandan beri biliniyordu ama yeni araştırmalar aralıklı açlığın “sağlıklı ve uzun yaşamanın” anahtarlarından biri olduğunu gösteriyor.
Aynı miktarda kalori verilen fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırma, günde 8 saat beslenmelerine izin verilen ve 16 saat aç bırakılan farelerin tüm gün boyunca beslenenlere göre daha sağlıklı olduklarını ortaya koydu (1).
Tüm gün beslenen farelerin obezleştiği, kan şekerlerinin yükseldiği, karaciğerlerin yağlandığı ve metabolik problemler geliştiği; aynı miktarda kaloriyi 8 saat içinde tüketen farelerin ise daha zayıf oldukları, yüksek şeker veya kronik enflamasyon gibi sağlık sorunları yaşamadıkları tespit edildi.
Aralıklı açlığın etkileri
Aralıklı açlığın sağlığa olan birçok müspet etkileri var (2, 3, 4, 5):
BİR: Ensülin ve leptin duyarlılığı ve mitokondri enerji etkinliği artıyor. Bu, hastalıkları ve yaşlanmayı geciktiriyor.
İKİ: Grelin seviyeleri azalıyor.  Açlık hormonu grelinin azalması yeme isteğini azaltıyor.
ÜÇ: Oksidatif stres azalıyor. Hücrelerdeki oksijen radikalleri birikiminin azalması protein, lipit ve nükleik asitlerin oksidasyondan zarar görmesini önlüyor.
DÖRT: Stres, hastalık ve yaşlanmaya karşı direnç artıyor. Aralıklı açlık tıpkı egzersizde de olduğu gibi bir hücresel stres cevabı yaratarak stres, yaşlanma ve hastalıkla mücadele eden genlerin etkinliği artıyor.
BEŞ: Yağ yakımı artıyor. Vücudun glikojen depolarını metabolize etmesi için 6-8 saat gerekiyor ve vücut ancak bundan sonra yağ yakmaya başlıyor. 16 saat süre aç kalınması yağ yakımını hızlandırıyor.
ALTI: İnsan büyüme hormonu (HGH) salgısı artıyor. HGH, yağ yakılmasını sağlayan bir hormon.
YEDİ: Katekolaminler artıyor. Bu sayede istirahat ensülin seviyeleri azalırken istirahat enerji harcaması artıyor ve depolanmış yağın yakıt olarak kullanılması mümkün oluyor.
Gelelim neticeye
Aralıklı açlığın faydalarını yeni keşfeden bilim dünyası ve sık sık yiyerek metabolizmamızı hızlandırmamızı, suni tatlandırıcılı yiyecek ve içecekleri tavsiye eden sosyete diyetisyenleri bakalım “oruç tutmanın” faziletini ne zaman anlayacak?
KAYNAKLAR
5. http://ajcn.nutrition.org/content/86/1/7.short

Not:http://ahmetrasimkucukusta.com/2013/07/17/yazilar/tip-yazilari/beslenme/saglikli-olmanin-sirri-uzun-sure-aclikta-mi/ 'dan alıntıdır....

9 Ağustos 2015 Pazar

Cevizdeki Mucize!


Dünya tabiatında pek çok bitki ve meyvenin insana nasıl hizmet ettiğini biliyoruz. Buna çok çarpıçı bir örnek vermek istersek elimize bir ceviz almalı ve onu dikkatle incelemeliyiz. Henüz ağacından yeni kopartılmış taze bir cevizin en dışında, yeşil ve ince bir kabuk bulunur. Bu yeşil kabuğun hemen altında çok sert bir başka kabuk vardır. Kabuğu kırdığınızda ise meyvenin asıl kısmını çepeçevre kuşatan ince bir zar ile karşılaşırsınız. Onun altında ise tartışmasız bir şekilde insan beynine benzeyen meyvesi vardır.
Ceviz dışındaki yeşil kabuğu ile kafa derisine, sert kabuğu ile kafatasına, içindeki ince zar ile beyin zarına, asıl meyvesi ile de beyne benzeyen harika bir gıdadır. Tıpkı beyin gibi iki yarım küre şeklinde yaratılan cevizin beyin ile olan ilişkisi bundan ibaret değildir.
Ceviz, hem görünüşüyle, hem de kimyasal yapısıyla, adeta “Ben beyin için yaratıldım!” demektedir. Meyveler arasında içeriğinde gümüş iyonu taşıyan sadece cevizdir. Bu gümüş iyonuna insan bedeninde ihtiyaç duyan tek organ da beyindir. Böyle bir hikmeti görmezlikten gelenlere ya da bütün bunların tesadüf eseri oluşmuş olduğunu söyleyenlere, bırakın bilim adamı demeyi akıl sahibi bir insan demek bile fazladır.

Not: Dr. Haluk Nurbaki - http://yitiksifa.com/cevizdeki-mucize/ 'dan alıntıdır...

4 Ağustos 2015 Salı

İnsan Türüyle İlgili Gerçekler / Tarım


İnsan Türünün Tarihindeki En Büyük Hata: Tarım
Bilim, kendimiz hakkında sahip olduğumuz abartılı imajda tarih boyunca pek çok kez dramatik boyutta değişikliklere sebep oldu. Astronomi gösterdi ki dünyamız evrenin merkezi değil, aksine milyarlarca gök cisminden sadece bir tanesi. Biyolojiden öğrendik ki bedenimiz bu haliyle bir anda (damdan düşer gibi) yaratılmadı, milyonlarca tür ile birlikte evrimleşen canlı türlerinden sadece birisiydi. Şimdiyse arkeoloji bir kutsal inanışı daha yıkıyor: İnsanlığın son milyon yıllık tarihinin uzun bir ilerleme hikayesi olduğu inanışı. Özellikle de son bulgular, aslında daha iyi bir hayata ulaşmamızı amaçlayan tarıma geçiş kararımızın, bizi asla kurtulamadığımız bir felakete sürüklediğini gösteriyor. Tarım ile birlikte varlığımızı lanetleyen büyük sosyal eşitsizlik, cinsiyet eşitsizliği, hastalıklar ve despotizmle tanıştık.
İlk başta bu yenilikçi yorumun karşısında olan kanıtlar günümüzde reddedilemez gibi görünebilir. Neredeyse her alanda orta çağ insanlarından daha ilerideyiz, onlar mağara adamlarından daha ilerideydi, mağara adamları da insansı primatlardan... Sadece avantajlarımıza bakalım. Tarihteki en çeşitli ve bol gıda kaynaklarına sahibiz, en iyi aletler ve malzeme bizim, çok daha uzun süre yaşıyoruz. Çoğumuz açlık ya da yırtıcı hayvan gibi tehlikelerden uzak. Enerjimizi petrol ve makinelerden sağlıyoruz, terleyerek değil. Günümüzde herhangi bir teknoloji karşıtı bile hayatını bir mağara adamı, orta çağ köylüsü ya da kuyruksuz maymun ile değişir miydi?
Geçmişimizin büyük kısmında avcılık ve toplayıcılık ile geçiniyorduk: Vahşi hayvanları avlıyor ve yabani meyve – sebzeleri topluyorduk. Filozofların geleneksel olarak nahoş, kaba ve kısa bir hayat olarak gördükleri bir hayat türü. Bu görüşe göre aç kalmamak için her gün nefes almaksızın yeni bir mücadele başlıyordu, çünkü hiç bir besin yetiştirilmiyor ve çok azı saklanabiliyordu. Bu ‘zavallı’ durumdan kaçışımız sadece 10 bin yıl önce mümkün olmuştu, dünyanın değişik kısımlarında bitkiler ve hayvanlar evcilleştirilmeye başladığında. Tarım devrimi günümüze kadar geldi ve sadece az sayıda avcı ve toplayıcı kabile kaldı.
Benim de yetiştiğim ilerlemeci (progressivist) bakış açısından bakıldığında “Neden avcı toplayıcı atalarımızın tamamına yakını tarıma geçiş yaptı?” sorusu saçma bir soru olarak gözükür. Elbette tarımı benimseyeceklerdi çünkü tarım, daha az emekle daha çok besin elde etmeyi sağlamanın verimli bir yoluydu. Ekilmiş tohumlar aynı boyutlardaki bir arazide dağınık olarak bulunan yabani kökler ve yemişlerden çok daha fazla mahsül veriyordu. Yemiş aramaktan ya da yabani hayvanları kovalamaktan yorgun düşmüş bir avcı toplayıcı topluluk hayal edin, bunların bir tarlayı ya da otlaktaki bir evcil koyun sürüsünü gördüğünde tarımın avantajlarını anlaması kaç milisaniye sürerdi?
Hatta ilerlemeci görüş, bir kaç bin yıl önce sanatın ortaya çıkmasını da tarımın faydalarından biri olarak anlatacak kadar ileriye gider. Mahsüller saklanabildiği için, ve bir meyveyi bahçeden toplamak yabanda aramaya göre daha az vakit aldığı için tarım bize avcı toplayıcıların asla sahip olmadığı boş zamanları vermişti bu görüşe göre. Böylece Parthenon’u inşa etmemizi ve B-Minör Ayin’i bestelememizi sağlayan tarımdı.
İlerlemeci görüş gerçekten iddialı gözükse de, ispatı aslında gerçekten zor. 10 bin yıl önce insanların hayatlarının avcı toplayıcılığı bırakıp tarıma geçerek iyileştiğini nasıl ispat edeceksiniz? Yakın zamanda, arkeologlar ilerlemeci görüşe (şaşırtıcı şekilde) hiç de uymayan sonuçlara dolaylı testler sonucunda ulaşmaya başladı. Dolaylı testlere bir örnek: Yirminci yüzyıl avcı toplayıcıları gerçekten de günümüz çiftçilerine göre daha mı kötü durumda? Örneğin dünyanın değişik bölgelerine yayılmış düzinelerce -sözde ilkel- gruplardan biri olan Kalahari Çalı adamları (Bushmen) hayatını bu şekilde devam ettirmekte. Gerçek öyle ki bunlar çiftçi çağdaşlarına göre çok daha fazla boş vakte sahipler, çok daha iyi uyuyabiliyorlar ve çiftçilikle geçinen komşularından çok daha az çalışıyorlar. Örneğin yemek edinmek için harcanan süre Çalı adamları için haftada 12 ila 19 saat, Tanzanya’daki Hadza göçebe grubu için de 14 saatin altında. Bir Çalı adamına neden komşu kabile gibi tarım yapmadıkları sorulduğunda cevabı şu olmuştu: “Neden tarımla uğraşalım ki? Dünyada bu kadar çok mongongo cevizi varken.”
Çiftçiler pirinç ve patates gibi yüksek karbohidrat içeren besinlere yoğunlaşırken, günümüz avcı toplayıcılarının yabani meyve-sebze ve hayvani gıdalardan oluşan diyeti çok daha fazla protein ve çok daha dengeli bir besin karması oluşturmakta. Bir çalışmada Çalı adamlarının günlük besin alımında 2140 kalori ve 93 gram protein bulunduğu ortaya çıktı. Bu miktar onların beden ağırlığına göre önerilenden de daha fazlaydı. 75 türün üzerinde yabancı bitkiyle beslenebilen Çalı adamlarının, 1840 patates kıtlığında binlercesi hayatını kaybeden (tek bir gıdaya bağlı yaşadığı için, ç.n.) İrlandalı çiftçiler gibi açlığa mahkum olarak ölebileceklerini düşünmek neredeyse imkansız.
Sonuç olarak en azından hayatta kalan avcı toplayıcıların yaşamı hiç de nahoş ve tatsız değil, üstelik çiftçi komşularının onları en kötü topraklara sürmüş olmasına rağmen. Ancak günümüzün avcı toplayıcıları son binlerce yıldır çiftçi komşularıyla omuz omuza yaşadıkları için bize tarım öncesi gerçek koşullar hakkında sağlıklı bilgi veremez. İlerlemeci görüş uzak geçmiş hakkında kesin bir yargıda bulunuyor: “Tarıma geçtikten sonra ilkel insanların yaşam koşulları da iyileşti.” Arkeologlar bu geçişin tam olarak ne zaman olduğunu tarih öncesi atık alanlarındaki bitki kalıntılarını yabani olanlar ve yetiştirilmiş olanlar şeklinde ayrıştırarak tespit edebiliyor.
Tarih öncesi çöpleri üretenlerin sağlık durumu nasıl tahmin edilebilir, ve böylece ilerlemeci görüş doğrudan sınanabilir? Bu soru ancak geçtiğimiz yıllarda yanıtlanabilir hale geldi. Paleopatoloji adlı bilim dalı sayesinde. Bu bilim dalı tarih öncesi beden kalıntılarındaki hastalık belirtilerini inceliyor.
Bazı şanslı durumlarda, paleopatologlar neredeyse günümüzdeki bir patolog kadar çalışma malzemesine sahip olabiliyor. Örneğin, arkeologlar Şili çöllerinde sağlık durumları otopsiyle belirlenebilecek kadar iyi durumda mumyalaşmış bedenler buldu (Discover, Ekim 1987). Ve Nevada’nın nemden uzak mağaralarında yaşamış Amerikan yerlilerinin atıkları bağırsak kurtlarının ve diğer parazitlerin tespitini mümkün kılacak kadar iyi durumdaydı.
Çoğunlukla yapılacak bir çalışma için tek kalıntı insanların iskeleti olur, ancak iskeletlerden de şaşırtıcı miktarda çıkarım yapılabilir. Öncelikle bir iskeletten sahibinin cinsiyeti, ağırlığı ve yaklaşık yaşı anlaşılabilir. Pek çok iskeletin bir arada bulunduğu ender durumlardaysa, hayat sigortası şirketlerinin yaptığı gibi yaşa bağlı ölüm riski tabloları hazırlanabilir. Paleopatologlar değişik yaşlardaki iskeletlere bakarak büyüme oranlarını hesaplayabilir, diş minesi hasarları için dişleri inceleyebilir (çocukluktaki beslenme bozukluğu göstergesi), anemi yüzünden kemiklerde kalan izlere bakabilir, tüberküloz ya da diğer hastalıkları tespit edebilir.
Paleopatologların iskeletlerden elde ettiği çıkarımlar arasında tarih boyunca insan boyundaki değişim öne çıkmakta. Yunanistan ve Türkiye’de buzul çağının sonlarından kalan iskeletlere bakıldığında erkekler için ortalama uzunluk cömert bir rakam olan 1,75 m ve kadınlar için de 1,65 m idi. Tarıma geçişle birlikte boylar dramatik şekilde kısaldı; M.Ö. 3000’e gelindiğinde erkekler için ortalama 1,60 m ve kadınlar için 1,52 m. Klasik dönemde boy uzunluğu hafif derecede arttı, ama günümüzde Yunanlılar ve Türkler hala uzak geçmişteki atalarının ortalama boy uzunluğuna erişmiş değil.
Paleopatolojinin diğer bulgularından birisi de Ohio ve Illinois nehir vadilerindeki Amerikan yerlisi iskeletlerinden elde edildi. Dickson Mounds adı verilen yerde arkeologlar yoğun darı tarımının sağlık durumuna etkisini gözleyebilecekleri M.S. 1150 civarından kalma 800’den fazla iskelete ulaştılar. Massachusetts Üniversitesi’nden George Armelagos ve meslektaşlarının çalışmaları bu erken tarımcıların yeni hayat tarzlarından dolayı ciddi bir bedel ödediklerini ortaya koydu. Kendilerinden önceki avcı toplayıcılarla kıyaslandığında gıda eksikliğinden kaynaklanan diş minesi hasarları %50, demir eksikliği kaynaklı anemi 4 kat, mikrobik hastalık nedenli kemik lezyonları 3 kat daha fazla gözleniyordu. Ayrıca ağır fiziksel çalışma kaynaklı omurga hasarları da yine sadece bu grupta gözleniyordu. Tarım öncesi toplumda ortalama yaş beklentisi 26 iken tarım sonrasında bu 19 yaşa iniyordu. Yani dengesiz ve yetersiz beslenme ile tarım kaynaklı mikrobik hastalıklar bu grubun hayatta kalmasını zorlaştırıyordu.
Kanıtlara bakıldığında bu Amerikan yerlisi gruplarının tarıma geçişi bir tercihten çok zorunluluktu. Çünkü sayıları hızlı bir şekilde artıyordu ve bu nüfusu doyurmak gerekiyordu. "Çoğu avcı toplayıcının mecbur kalıncaya kadar tarıma geçtiğini düşünmüyorum. Geçtiklerinde de miktarı kaliteye tercih ettiler." diyor Tarımın Kökeninde Paleopatoloji adlı kitabı Armelagos ile birlikte yazan Mark Cohen: "10 yıl önce bu iddiamı pek kimse desteklemiyordu. Ama şimdi genel kabul gören, ve tartışma yaratan bir fikir haline geldi."
Tarımın sağlığa kötü etki yaptığını anlatan en az üç grup neden var. İlk olarak, avcı toplayıcılar çok çeşitli beslenirken, erken dönem tarımcılar az sayıda nişastalı ekin türüyle idare ediyordu. Tarımcılar beslenmedeki kalite düşüşü karşılığında daha ucuz kaloriler elde ettiler (Bugün sadece 3 karbohidrat bazlı gıda — buğday, pirinç ve mısır — insan türünün kalori alımının büyük çoğunluğunu oluşturuyor ve üçü de yaşam için gerekli vitamin ya da amino asitler bakımından yetersiz). İki, tarımcılar az sayıda ekin türü ektiği için ekinlerden birisinde sorun çıkması durumunda açlık riskiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Son olarak, tarım giderek daha kalabalıklaşan yerleşimleri teşvik ediyordu ve komşu yerleşimler arasındaki ticaret nedeniyle parazitler ve bulaşıcı hastalıklar yayılıyordu. Nüfus dağınık ve hareketli halde olduğunda salgınlar tutunamıyordu. Tüberküloz ve ishal tarımla birlikte yaygınlaştı, kızamık ve veba gibi salgınlar ise büyük şehirler ile birlikte.
Beslenme bozukluğu, açlık ve salgınlar dışında, tarım insanlık üzerine başka bir lanet daha getirdi: derin sınıf ayrımları. Avcı toplayıcılar yiyecek stoklamıyordu ya da çok az stokluyordu, konsantre besin yetiştirebilecekleri tarla ya da sürülere sahip değillerdi: günlük olarak avladıkları hayvanlara ya da topladıkları yabani besinlerle hayatlarını sürdürüyorlardı. İşte tam da bu yüzden sırtını diğerlerlerinden elde edilen bol miktarda besine dayayarak semirmiş kralları ya da sosyal parazitleri (ya da Türkiye’nin doğusunda bulunan ağa adlı toplumsal iltihapları) yoktu. Yalnızca tarımcı bir toplumda hastalıktan kırılan hasatçı kitlelerin sırtından geçinen sağlıklı ve hiç birşey üretmeyen elitler oluşabilirdi. Antik Yunan’daki Mycenae’de bulunan M.Ö. 1500 yılından kalma kemiklere bakıldığında, kraliyet mensuplarının sıradan halka göre daha sağlıklı ve daha iri yapılı oldukları gözleniyordu. Örneğin dişlerinde ortalama 6 çürük yerine 1 çürük bulunuyordu. Şili’de de benzer şekilde elitlerin iskeletleri sadece üzerlerindeki takılardan değil, kemiklerinde 4’te 1 oranında daha az lezyon görülmesiyle ayrışıyordu.
Beslenme ve sağlık durumu arasındaki benzer karşıtlıklar bugün küresel ölçekte gözleniyor. ABD gibi zengin ülkelerdeki insanlara avcı toplayıcılığın erdemlerini övmek gülünç olabilir. Fakat Amerikalılar da elittir, kötü sağlık koşullarına sahip zayıf beslenme düzeyindeki ülkelerden elde edilen petrol ve minerallere dayandığı için. Etyopya’da bir tarla işçisi olmakla Kalahari’de sağlıklı bir avcı toplayıcı olmak arasında seçim yapmak gerekse hangisi seçilirdi?
Tarım cinsiyetler arasındaki eşitsizliği de körüklemiş olabilir. Göçebe hayattaki bebeğini taşıma zorunluluğu da ortada kalmadığı için, tarlada daha fazla ele ihtiyaç olduğundan avcı toplayıcı hemcinslerine göre çok daha fazla doğum yapan tarım kadınının bu nedenle sağlığı da çok daha kötüleşiyordu. Örneğin yine Şili’deki mumyalarda kemik lezyonları kadın iskeletlerinde çok daha fazla görülüyordu.
Tarım toplumlarında sıklıkla kadın eziyet nesnesi olmuştur. Günümüzün Yeni Gine tarım toplumunda çoğu zaman kadınlar ağır meyve-sebze ve odun yükleri altında ezilirken erkekler elleri boş gezerler. Yeni Gine’de kuş gözlemi için bulunduğum bir sırada köylülere bazı yükleri havaalanından kampıma taşımaları için ödeme yapmayı önermiştim. Ağır pirinç çuvallarının bulunduğu erzağı öncelikle erkeklere dağıttık. Kampa ulaştıklarında en hafif yükleri erkekler taşırken en ağırlarını zorlukla kadınlar taşıyordu.
Sanatın oluşmasında boş vaktimiz olmasını sağladığı için tarımın etkisi olduğu iddiasına gelince, günümüzdeki avcı toplayıcılar en az tarımcılar kadar çok boş zamana sahipler. Boş vaktin bu kadar vurgulanmasının yanlış yönlendirici olduğunu düşünüyorum. Eğer isteselerdi, gorillerin kendi Parthenon’larını inşa edecek kadar boş vakitleri vardı. Tarım sonrası teknolojik gelişmeler yeni sanat türlerini ve eserleri saklama yöntemlerini ortaya çıkarmış olsa da, 15.000 yıl önce de avcı toplayıcılar tarafından muhteşem sanat eserleri üretiliyordu. Son yüz yılda bile Inuitler ve Kuzeybatı Amerikan yerlileri tarafından çok değerli sanat eserleri ortaya konulmaktaydı.
Böylece tarımın ilerlemesiyle elitler çok daha iyi duruma geldi, ama insanlığın büyük kısmının koşulları daha da kötüleşti. İlerlemeci görüşün iddia ettiği üzere tarımı bizim için iyi olduğundan dolayı benimsediğimizi kabul etmek yerine, yan etkilerine rağmen nasıl onun tuzağına düştüğümüzü sormamız gerekiyor.
Yanıtlardan biri “Güçlü olan haklıdır” deyişinin özüne iniyor. Tarım avcı toplayıcılığa göre çok daha fazla insanın yaşamasını destekleyebiliyor, daha düşük bir hayat kalitesinde olsa da. Avcı toplayıcıların ortalama nüfus yoğunluğu 10 mil karede 1 kişi iken, tarımcı topluluklarda bu rakam 100 katına ulaşıyor. Kısmen bunun nedeni bir ekili alanın aynı miktarda ormana göre çok daha fazla kişiyi besleyebilmesi. Ve kısmen, çünkü avcı toplayıcıların çocukları büyümeden yeni çocuk yapmaları imkansız. Tarımcı kadınların ise böyle bir kısıtlaması yok, iki yılda bir doğurabilirler.
Buzul çağının sonlarına doğru avcı toplayıcıların nüfusları arttıkça bir karar noktasına geldiler, ya tarımı seçerek büyüyen nüfusu besleyeceklerdi, ya da nüfus artışını bir şekilde sınırlandıracaklardı. Bazı gruplar lanetli etkilerini tahmin edemeden ilk çözümü seçti, yiyecek bollaşmasındaki geçici refah artışı tarafından baştan çıkarıldılar, ta ki nüfusları besin üretimiyle birlikte hızla artana kadar. Bunlar çok fazla ürediler ve bir süre sonra yollarına çıkan avcı toplayıcı kalmayı tercih eden grupları ya sürdüler ya da öldürdüler. Çünkü ne kadar kötü beslenmiş olsa da 100 tarımcı 1 sağlıklı avcı toplayıcıyı yenebilirdi. Avcı toplayıcıların hepsi hayat tarzlarını bıraktı denemez, ama tarımcıların istemedikleri arazilere kadar sürüldüler.
Tam bu noktada genel bir şikayeti hatırlamak gerekir; arkeolojinin bir lüks olduğu, uzak geçmişle ilgilendiği ve bugün için hiç bir ders çıkarmadığı şikayeti. Tarımın yükseliş dönemi üzerine çalışan arkeologlar insanlık tarihindeki en büyük hatayı yaptığımız kritik dönemi yeniden inşa ettiler. Ya nüfus artışını sınırlayacaktık, ya da tarım yaparak besin üretimini arttıracaktık. İkinci yolu seçtik; açlık, savaş ve despotizmle son bulduk.
Avcı toplayıcılar insanlık tarihindeki en uzun süreli ve en başarılı hayat tarzını sürdürdü. Şu anda aksine, tarımın bizi sürüklediği karmaşık sorunlarla uğraşıyoruz ve bunları çözeceğimiz meçhul. Benim dünyayı ziyaret eden bir uzaylı olduğumu ve arkadaşlarıma insanlık tarihini anlattığımı düşünün. Her bir saatin 100 bin yılı temsil ettiği 24 saatlik bir gün ile anlatıyorum. İnsanlık tarihi 24 saat önce geceyarısı başladı ve şu anda bir günün sonundayız. Neredeyse bütün günü avcı toplayıcı olarak yaşadık, ve tam saat 23.54’te tarım yapmaya başladık. İkinci geceyarımız yaklaştığında, kıtlıktan kurtulamayan köylülerin yoklukları hepimizi yutacak mı? Yoksa kendini bizden saklayan tarımın gösterişli yüzünün arkasındaki baştan çıkarıcı kutsal meyvelerini bir şekilde elde edecek miyiz?
Yazan: Jared Diamond ("Üçüncü Şempanze", "Tüfek, Mikrop ve Çelik", "Düne Kadar Dünya", "Çöküş" gibi kitapların yazarı olan Pulitzer Ödüllü Amerikalı antropolog, ekolog, coğrafyacı ve evrimsel biyolog)
Çeviren: Adilhan Şengör
Çevirinin Orijinali: Kutadgu Bilig Blog (http://goo.gl/5Y93f6)
Kaynak: Discover Magazine, Mayıs 1987 Sayısı

30 Temmuz 2015 Perşembe


Nasıl Yağ Yakılır? Yağ Yakımı Hakkındaki Gerçek
Makalenin Orjinali : How To Lose Fat – The TRUTH About Fat Loss 
İnsanların yağ yakma konusunda neden başarısız olduklarının milyonlarca sebebi vardır, ama bu listenin ilk sırasında nasıl yağ yakılacağının bilimsel olarak ispatlanmış temel presiplerininin yanlış anlaşılması gelmektedir.
Sizlere neden bahsettiğimi anlatmam için, Yağ Yakımına Neden Olmayan şeylerin listesiyle başlayacağım. 
Yağ Yakımına Neden Ol(may)an Şeyler :Sağlıklı yemek"Temiz" beslenmek.Daha az karbonhidrat tüketmek.Daha az yağ tüketmekDaha az abur cubur yemek.Daha az şeker tüketmekGünde her 3 saatte bir toplamda 6 küçük öğün yemek"Kötü" yiyecekler yerine "iyi" yiyecekler yemekAkşam 7'den sonra yemek yememek.Kardiyo yapmak.Ağırlık çalışmak.Kas inşa etmek ya da güç antremanı yapmak.Ve daha fazlası
Bütün bunlar kişinin yağ yakımına YARDIMCI olur ve genel olarak yağ kaybını destekler.Ancak , bu listedeki tek bir şey bile gerçekten YAĞ YAKIMINA SEBEP OLMAZ.
Hiç olmadılar ve hiç olmayacaklar. Gerçekte bu listenin maddelerinin hiçbirinin yapılması şart değildir. Bu listenin tüm maddelerinin tam aksini yapıp yine de sadece tek bir ŞEY yapıp yağ yakımını sağlayabilirsiniz.
Peki bu ŞEY de nedir? Yağ yakına gerçekten ne sebep olmaktadır? Gelin bunu bulalım...
Nasıl Yağ Kaybedilir : Tek Gerekli Olan Şey
Basitçe bu ... kalori açığı (calorie deficit) oluşturmaktır. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış yağ yakım "sırrıdır". Gerçekten bunun başka bir yolu yoktur.
Peki kalori açığı nedir? Bu tükettiğiniz kaloriden daha fazlasını yaktığınızda oluşur (ya da yaktığınızdan daha azını tüketmek bunu söylemenin başka bir yolu).
Temel olarak, her bireyin kendine has bir kalori harcaması vardırBu kalori miktarı vücudun her gün gerçekleştirdiği görevleri yapması için enerji sağlaması amacıyla yakılır. Bunlar yorucu bir egzersiz olan kardiyo ve ağırlık egzersizlerinden, dişlerimizi fırçalamak ya da giyinmek gibi günlük basit görevlerimize ve çeşitli bizi hayatta tutan fizyolojik fonksiyonlarımız (sindirim yapmak, nefes almak ) yanlızca birkaçıdır. 
Kaloriler vücudumuzun bütün bunları yapması için enerji olarak kullanılır ve bu kaloriler de yediklerimiz besinler üzerinden temin edilir. Sonuçta ise üç farklı senaryo gerçekleşir.
Üç Kalori Alım Senaryosu
1 ) Eğer vücudumuzun her gün yakması gereken miktarıyla aynı oranda kalori tüketirsek, kalori harcama seviyemizde oluruz. Ağırlığımız dengede kalır çünkü ihtiyacımız olan tüm kalori sağlanmıştır. Ne az ne de çok.
2) Eğer tükettiğimiz kalorilerin miktarı vücudun ihtiyacı olan oranı aşarsa, yakılmayan tüm kaloriler, vücudun daha sonra kullanılması için vücuda depolanır. Bunun hangi formda depolandığını tahmin edebilir misiniz? Vücud Yağı ! Kalori fazlası olarak nitelendirilen bu olgu tek ve yalnızca yağ artışına etki eder.
3) Ancak biz bunu zıttıyla yani kalori açığı ile ilgileniyoruz. Bu vücudun kalori harcama miktarından daha AZ kalori tüketildiğinde olur. Peki vücudumuz bunun yerine başka bir kalori kaynağı bulmaya zorlanırsa ne olur ? Kendi depolanmış vücud yağımız!
İşte bu asıl yağ kaybı sebebidir.
Diyelim ki vücud ağırlınızı korumak için günlük 2500 kalori tüketmeniz gerekirken(örnek olarak), siz 3000 kalori tüketirseniz kilonuz (çoğunlukla vücud yağı olarak) artacaktır. Ancak , siz günlük 2000 kalori tüketirseniz ağırlık (çoğunlukla vücud yağı olarak) kaybedeceksinizdir. 
Bütun bunlarda kalorilerinizin kaynağının ne olduğu(karbonhidrat, yağ, protein, sağlıklı, sağlıksız, temiz, kirli, işlenmiş, işlenmemiş ...her neyse) ya da ne zaman/ nasıl tükkettiğiniz (akşam 7'den sonra, büyük 3 öğün olarak, 6 küçük öğün olarak, her 2 saaate bir ya da 5 saatte bir...) önemsizdir.

Egzersiz Bunda Bir Rol De Oynayabilir
Nasıl çalıştığını görebiliyor musunuz? Bunlar kanıtlanmış yağ yakma prensipleridir ve bu size beslenmenizdeki kalori açığını nasıl yaratacağınızın (daha az kalori tüketimi) basit bir örneğidir. Bundan bahsettim çünü aynı açığı egzersiz sayesinde de yaratabilirsiniz.
Yani halen önceki örnekteki gibi günlük 2500 kalori tüketip ancak günlük 500 kalorilik bir egzersiz ile aynı kalori açığını yaratabilirsiniz.
İki senaryo da etkin bir biçimde yağ yakımına neden olur ve üçüncü senaryo daki açığı kombinasyon ile de (diyet ve egzersiz ile) oluşturabilirsiniz.
Ama hangi yolu seçerseniz seçin, sadece tek bir gereklilik DAİMA ayakta kalır. Yağ yakımı için kalori açığı yaratmalısınız. Başka birşey işe yaramaz.
Peki Diğer Yağ Yakan Diyetler Nasıl İşe Yarıyor?
Bu inatçı yanlış bilgilendirilmiş yada sadece rahatsız edici aptal insanların diğer diyetlerin insanlarda yağ yakımına sebep olduklarını söylemeleridir ve kalori açığı ile bir alakaları yoktur.Demek istediğim insanlar düşük karbonhidrat diyetleriyle, düşük yağ diyetleri ile, taş devri diyetleri ile, vejetaryen diyetleri ile çiğ gıda diyetleriyle, temiz beslenme odaklı diyetlerle ya da belli bir saatten sonra yememe diyetleri ile ve sayısız diğer diyet hileli, tuhaf yöntemlerle belirli bir görev olan kalori açığı oluşturmak dışında kilo verebiliyorlar. Yine de tüm bunlar insanların kilo kaybına başarılı bir biçimde neden olabiliyorlar.
Nasıl olur bu ? Mümkün olabilir mi? Eğer yağ yakımı için tek gereklilik kalori açığı ise, bununla alakası olmayan diğer diyetler nasıl olur da işe yarayabilir? Açıkça kalori hakkındaki şeylerde yanılmış olmalıyım değil mi ?Yanlış !
Şöyle ki tüm bu diyetler ve metodlar dolaylı yoldan kalori açığı oluşturmaktalar.
Demek istediğim şu ki tüm diyetler gerçekten yağ kaybına neden olabilir çünkü kalori açığına neden olurlar.
Gerçek bu. Gerçekten bunun olması için BAŞKA bir yol yok. Bu insan bedeninin kanıtlanmış en temel bilimidir. Kalori girer ve Kalori Çıkar (diğr bir deyişle termodinamik yasaları) her zaman kilo kaybı veya kazanımı için en önemli faktör olacaktır.
Bu diyetler ve methodlar asla daha az kalori tüketmeniz gerektiğini söylemez ya da bunu kabul etmeyebilir (çünkü onların hileleriyle örtüşmez, çünkü insanlar kalorilerini saymaları gerektiğini ya da daha az yemeleri gerektiğini duymak istemez ve böylesine bariz olan bir kuraldan para kazanmak zordur çünkü basit ve ücretsizdir .)
AMA her başarılı yağ yakma diyeti yinede bunu yapmanızı sağlar. Nasıl? Size kalorileri alımınızı kısıtlayacak ya da düşürecek şeyler veirler. Örnek olarak...
Daha az karbonhidrat tüketmek daha az kalori tüketmektir.Daha az yağ tüketmek daha az kalori tüketmektir.Daha az abur cubur yani "kirli" gıdalar tüketmek daha az kalori tüketmektir.Daha az işlenmiş gıdalar tüketmek daha az kalori tüketmektir.Daha az tahıl tüketmek daha az kalori tüketmektir.Akşam 7'den sonra yemek yememek daha az kalori tüketmenizi sağlar.
Çiğ yemek diyeti, vejetaryen diyeti, taş devri ya da diğer benzeri normalde sürekli yediğiniz şeyleri ortadan kaldıran diyetler, daha az kalori tüketiyorsunuz anlamına gelir.Eğilimi fark ettiniz mi? Ne olursa olsun sonuçta daha az kalori tüketilir. Ve işte işin büyüsü size yağ kaybettirir. Ama neden bazı insanlar karbonhidratı kısmakla ya da yağı, tahılı, şekeri, abur cuburu, işlenmiş gıdaları ve akşam 7'den sonra yemek yememeyi bir yanlış birşey olarak görürler?
Yanlış değil.
Tüm bunların sonucu olarak kalori dolaylı yoldan azaltılır. Tabi ki bu "şeyler" açığa neden olur ancak açığın kendisi yağ kaybına neden olur.
İşte bu çeşitli yağ kaybı diyet ve metodların dolaylı yoldan daha az kalori tüketmenize neden olmasıdır.Size sonuçta daha az kalori tüketmenize neden olacak şeyleri veriyorlar.
Kendi Kalori Açığınızı Yaratabilmenin Tonlarca Yolu Var... Seç Birini
Şimdi, eğer bütün bu diyetleri ve metodları kullanarak kalori açığı yaratmak istiyorsanız, bu bana uyar. Ancak beslenmenizdeki kalori açığını yaratıp yağ yakmak istiyorsanız, bunu protein, yağ ve karbonhidrat içeren yiyeceklerin iyi bir dengelenmesi ile yapmalısınız.
En İyi Diyet PlanıBenim değindiğim nokta eğer bir diyet yağ yakımını sağlıyorsa kalori açığına neden olduğu için olduğudur, başarısız ise bu açığa sebep olmadığı için başarısız sayılır.
Çeviren : muratcan7
''Not:Fitnessbilim / muratcan7'den alıntıdır...''

************************************************************************************************

Kısaca: ''Görüntü/Yağ Yakımı ne kadar yediğinle ; Kuvvet/Güç/İş yapma Kapasitesi ise ne yediğinle ilgili...'' dersek yanlış demiş olmayız herhalde...

Sonuç da baklava v.b ile kalori açığı yaratmak var bir de Protein/Yağ ile kalori açığı yaratmak var. 
Vücudumuzun yapısına bakarsak; (%60 Su / %20 Protein / %19 Yağ / %1< Karbonhidrat/Şeker ) Protein ve sağlıklı yağlardan zengin bir kalori açığı ile daha ağırsağlam oluruz düşüncesindeyim... 
Hawx

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Mark Sisson / 3 Araştırma...


Mark Sisson, kendi websitesinde  yazi dizisinin ikinci bolum yayınından... Güncel üç araştırma oldukça dikkat çekici.

Ufak bir özet...
Ilk denek, 19 yasinda, henuz tip 1 diyabet teshisi koyulmus bir erkek. Kan sekeri 384 mg/dL. Geleneksel dusuk yagli, yuksek karbonhidratli beslenme biciminden, paleo-keto tarzi yuksek yag ve dusuk karbonhidratli bir beslenme sekline gecis yapiyor. Besinlerinin cogunu yagli etler, yumurta, sakatatlar ve nisastasiz sebzeler olusturuyor. Bitki bazli yaglar ve tatlandiricilar dietten cikariliyor. Supplement olarak sadece gunluk 5000iu D3 veriliyor. Diete sadik kaldigi surede kan sekeri 85 mg/dL'e dusuyor.

Ikinci denek, 65 yasinda yuksek tansiyon hastasi, hiperglisemisi olan ve obez bir kadin ve daha onceden safra kesesi ve kolon polipleri problemleri olmus. Paleo-keto diet ile kan basinci sorunlari 22 ayda yuksek olcude kaybolmus ve fazla kilolarini vermis. Yukaridaki gibi standart bir high fat/high pro/low carb diet uygulamis.

Ucuncu denek, 7 yasinda epilepsi hastasi bir kiz cocugu. Ayrica son 2 yilda hic uzamamis ve kilo alamamis. Sosyal olarak da pek iyi durumda degilmis. Et, sakatat, yumurta ve hayvansal yaglardan zengin bir dietle birlikte balik yagi ve D3 supplement takviyesi ile fat, protein ratiosu 4:1 olarak belirlenmis ve neredeyse hic karbonhidrat tuketmemis. Sadece 6 haftada epilepsi ataklari durmus. 4 ayda ise 3 kilo almis ve 4 cm uzamis. Ayrica cok daha iyi hissetmeye ve sosyallesmeye baslamis.

Iste yazinin tamami, (referanslariyla birlikte)

"Three paleolithic ketogenic diet case studies.

And last, but not least are three case studies. Because these involve a total of three patients (being case studies), I’ve grouped them together. Alone, a case study does not an argument make. Three separate case studies showing massive benefits for the individuals involved, on the other hand, raise even the most skeptical eyebrow.

In the first, (http://www.ijcasereportsandimages.com/a ... l-text.php) a 19 year old male newly diagnosed with type 1 diabetes (blood glucose levels of 384 mg/dL!) was placed on a ketogenic paleo diet after spending 20 unproductive days on the traditional low-fat, high-carb diabetic diet. This new diet consisted of meat (mostly red and fat-rich meat), eggs, organs, and fat, with insignificant amounts of non starchy vegetables for a fat:protein/carb ratio of 2:1. Plant-based oils and artificial sweeteners were restricted. The only supplement given was 5000 IU of vitamin D3.

Upon going paleo-keto, his blood sugar normalized, even postprandially (after meals). He was able to stop insulin treatment following his first meal. On the original diabetic diet with supplementary insulin, his average blood sugar was 119 mg/dL. On the paleo-keto diet without insulin, his average blood sugar was 85 mg/dL. Blood sugar fluctuations also reduced from a standard deviation of 47 mg/dL to 9 mg/dL.

After 6.5 months of the diet, he had maintained his progress without side effects. His LDL-C and total cholesterol had gone up, but that’s fairly standard on ketogenic diets.

In the second, (http://www.ijcasereportsandimages.com/a ... l-text.php) a 65 year old obese female with high blood pressure, hyperglycemia, angiopathy (likely diabetic), and a history of gall bladder surgery and colonic polyps was placed on a ketogenic paleo diet. She was taking anti-diabetic and anti-hypertensive meds as well. On her new diet, typical foods included broth, stews, pork bone marrow, bacon, steaks, calf liver, and pork greaves (or cracklins/chicharrones). Vegetables like cabbage, onion, and root vegetables were used as garnish.

How’d it go?

Over the course of 22 months, she was able to discontinue eight medicines, her BMI dropped from 37.1 to 31.6 (lost 14 kilos and counting, at the time of the study’s conclusion), and a normalization of both blood pressure (along with no blood pressure spikes in the final six months) and blood sugar. That was purely from diet; no supplementation, no exercise.

In the third, (http://link.springer.com/article/10.100 ... ltext.html) a 7 year old with absence epilepsy was placed on a ketogenic paleo diet. Before the diet, she was socially withdrawn, hadn’t gained weight or height in two years, and wasn’t toilet trained; she was effectively developmentally disabled.

Based on meat, organs, fish, eggs, and animal fat, along with some vitamin D3 and fish oil, the new paleo-keto epilepsy diet had an approximate fat:protein ratio of 4:1, with very little (if any) carbohydrate. And it worked incredibly well. Seizures stopped six weeks in. She grew 3 kilograms and 6 cm in four months. Her mood and social function improved enough for her to attend regular school by study’s end."

Not: Beslenmebülteni/forum - ''